Nezaketi ve Tevazuu
Peygamberimizin önemli bir özelliği de nazik
ve mütevazı oluşudur. O çok nazik ve kibar bir kimseydi. Bu niteliğini hayatı
boyunca aile fertlerine, diğer müslümanlara, kendisini ziyarete gelen
heyetlere, davette bulunduğu şahıslara, mektup gönderdiği kimselere, müşriklere
karşı davranışlarında bile müşahede etmek de mümkündür. Allah Resûlü, hizmetindekilere
asla kızmazdı. Ayrıca hanımlarına ve çocuklarına karşı da gayet kibar ve
nazikti. Sevgili Peygamberimizin yanında olan bir kimse O’nun yanında olmaktan
pişman olmamış aksine mutlu olmuştur. Enes b. Malik (r.a) anlatmaktadır:
كَانَ
رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ أَحْسَنِ النَّاسِ خُلُقًا فَأَرْسَلَنِى
يَوْمًا لِحَاجَةٍ فَقُلْتُ: وَاللهِ لاَ أَذْهَبُ. وَفِى نَفْسِى أَنْ أَذْهَبَ
لِمَا أَمَرَنِى بِهِ نَبِىُّ اللهِ صلى الله عليه وسلم. قَالَ: فَخَرَجْتُ حَتَّى
أَمُرَّ عَلَى صِبْيَانٍ وَهُمْ يَلْعَبُونَ فِى السُّوقِ فَإِذَا رَسُولُ اللهِ
-صلى الله عليه وسلم- قَابِضٌ بِقَفَاىَ مِنْ وَرَائِى فَنَظَرْتُ إِلَيْهِ وَهُوَ
يَضْحَكُ فَقَالَ:يَا أُنَيْسُ, اذْهَبْ حَيْثُ أَمَرْتُكَ. قُلْتُ: نَعَمْ أَنَا
أَذْهَبُ يَا رَسُولَ اللهِ. قَالَ أَنَسٌ وَاللهِ لَقَدْ خَدَمْتُهُ سَبْعَ
سِنِينَ أَوْ تِسْعَ سِنِينَ مَا عَلِمْتُ قَالَ لِشَىْءٍ صَنَعْتُ: لِمَ فَعَلْتَ
كَذَا وَكَذَا. وَلاَ لِشَىْءٍ تَرَكْتُ: هَلاَّ فَعَلْتَ كَذَا وَكَذَا
“Resûlullah
(as), insanların en güzel huylusu idi. Bir gün beni ihtiyaçtan ötürü bir yere
göndermişti. Ben de aslında O’nun emrettiği yere gitmeye niyetli olduğum halde
çocukluk hali, ‘gitmeyeceğim’ diyerek evden çıktım. Sokakta oynayan çocukların
yanına gittim. Tam o sırada Resûlullah arkamdan ensemi tuttu. Dönüp baktığımda
bana gülümseyerek, ‘Ey Enescik söylediğim yere gittin mi?’ dedi. Bunun üzerine
ben de, ‘Evet Ya Resûlallah! Şimdi gidiyorum’ dedim. Enes sözlerine söyle devam
etmektedir: Allah’a yemin olsun ki, Resûlullah’a dokuz sene ( başka bir rivayette
on sene) hizmet ettim. Bu süre zarfında yaptığım bir işten dolayı bir gün olsun
bana ‘neden böyle yaptın?’ veya yapmadığım bir işten dolayı da ‘neden böyle
yapmadın?’ diye sormadı.”
[1]
Sevgili
Peygamberimiz, karşısındaki insana çok saygılı ve centilmence davranırdı,
herkese değer verdiğini belli ederdi. Allah Resûlü (s.a.v.) kendisine biri
geldiğinde onunla tokalaşır, karşısındaki insan elini çekmeden onun elini
bırakmazdı; yine karşısındaki kimse yüzünü başka tarafa çevirmeden önce, o
kimseden yüzünü çevirmezdi. Resûlullah’ın, beraber oturduğu bir kimsenin önünde
dizlerini uzattığı da görülmemiştir.
Peygamberimizin
doğumundan vefatına kadar olan hayatının her döneminde tevazu O’nun en önemli
özelliklerinden biri olmuştur. Kibirlendiğine, böbürlenerek insanları
aşağıladığına dair hiçbir haber bizlere ulaşmamaktadır. O, kendisini hiçbir
zaman başkalarından üstün görmezdi. Bir meclise geldiği zaman ayağa
kalkılmasından hoşlanmaz, toplum içinde başköşeye oturmayı sevmez, boş bulduğu
yere otururdu. Kendi eşyasını başkalarına taşıtmak istemez, hizmetçilerle yemek
yemekten çekinmezdi. Kendisini halktan biri olarak görür ve krallar gibi
aşırı saygı gösterilmesini tasvip etmezdi. Konuşmak üzere gelen bir adam,
titremeye başlayınca,هَوِّنْ
عَلَيْكَ فَإِنِّى لَسْتُ بِمَلِكٍ إِنَّمَا أَنَا ابْنُ امْرَأَةٍ تَأْكُلُ
الْقَدِيدَ Arkadaş titreme! Ben kral
değilim. Ben, Kureyş’ten kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum”[2] buyurmuştur.
Bu
sözüyle halktan biri olduğunu vurgulamıştır. Kendisi Kelime-i Şehâdette de ifadesini
bulduğu şekliyle “Allah’ın kulu ve elçisidir.” Bu özellik, Onun bütün hayatına
yansımıştır. Gerçekten hayatını bir devletli gibi değil, sıradan bir kul olarak
yaşamıştır. Debdebesiz, sade bir hayat tarzını seçen Hz. Peygamber’in hayatında
“peygamberliğini kişisel bir menfaat için kullanıldığı da görülmüş değildir.
Allah Resûlü (s.a.v.), halkından farklı yaşamadı. O, halkının arasında sade bir
vatandaş gibi yaşadı. Saraylar, köşkler yaptırmadı. Bir görev düştüğünde onu
yapar, kendisine bir ayrıcalık tanınmasını istemezdi. “Toplumun efendisi O’na
hizmet edendir.” düsturuyla hareket eder; liderlik, başkanlık gibi sıfatların
arkasına sığınmazdı.
©
Bir
gün Hz. Ömer (r.a.), sessizce, dinlenmekte olduğu odaya girer. Bir an çevresine
göz gezdirir. Odasının bir yanında işlenmiş bir deri, bir diğer köşesinde de,
içinde birkaç avuç arpa bulunan küçük bir torba vardı. İşte Allah Resûlü'nün
odasında bulunan eşyalar bundan ibaretti. Bu manzara karşısında ağlamaya
başlayan Hz. Ömer'in hıçkırıkları O'nu uyandırır. Kalkınca hasırın vücudunda iz
yaptığını gören Hz. Ömer ağlamaya başlar. Peygamberimiz hayretle sorar; “Ey
Hattâb oğlu! Niçin ağlıyorsun?” “Ey Allah'ın Elçisi! İranlılar
imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve
ihtişama boğmuşken, Sen ki Allah'ın Elçisisin... İzin versen de, biz de
seni...” Maksat anlaşılmıştır, Allah'ın Elçisi, gelecekteki halifesinin
sözünü hüzünlü bir tebessüm, tatlı bir el işareti ile keser ve وَمَا
هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ
الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ "Bu
dünya hayatı sadece bir eğlence ve oyundan ibarettir. Âhiret yurduna gelince,
işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı" [3] âyetini okuduktan sonra ekler:
“İstemez misin ey Ömer? Dünya onların olsun, ahiret te bizim!” [4]
©
Bir
yolculuktayken yemek için mola verilir. Arkadaşlarının her biri bir görev
üstlenir. Peygamberimiz de, "Ben de ateş için odun toplayayım." der.
Arkadaşları önüne geçmek isterler; "Ey Allah'ın Elçisi! Siz dinlenin,
biz o işi de görürüz." Efendimiz bütün ciddiyetiyle cevaplar: "Gerçekten
bunu isteyerek yapacağınızı biliyorum. Ancak ben bir topluluk içinde
ayrıcalıklı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Bunu Allah da sevmez." Odunları
toplamaya koyulur. [5]
©
Ebu
Hüreyre ile birlikte, çarşıya alışverişe çıkmışlardır. Alış verişi bitirdikten
sonra satıcıya tartması için para yerine kullanılan gümüş parçalarını uzatır ve
"Dikkatli ol, ağırca tart" der. Şaşırarak hiç bir
müşterisinden böyle bir teklif duymadığını söyleyen satıcıya Ebu Hüreyre
karşısındakinin peygamber olduğunu bildirir. Satıcı derhal Hz. Peygamber’in
ellerine kapanarak öpmek ister. Ama O izin vermez. “Bunu İranlılar
krallarına karşı yaparlar. Ben kral değilim, içinizden bir insanım...” Eve
dönüş sırasında Ebu Hüreyre yükünü taşımaya yardımcı olmak ister. Ona da izin
vermez. "Kişi, eşyasını, taşıyabiliyorsa, sadece kendi
taşımalıdır." [6]
©
Arkadaşları,
O yanlarına her girdiğinde hızla ayağa kalkmaktadırlar. Bir gün dayanamaz ve "İranlıların
birbirlerini büyük görerek ayağa kalktıkları gibi siz de bana ayağa kalkmayın.
Çünkü ben, bir kulun yemek yediği gibi yemek yiyen, bir kulun oturduğu gibi
oturan bir kulum" der. Bunun benzeri başka bir olayda ise
uyarısına şu eklemeyi de yapar: "Hiç kimse için kalkılmaz. Ancak, Allah
için ayakta durulur." Bundan sonra arkadaşları O içeri her girdiğinde
kendilerini zorla tutarlar, ama ayağa kalkmaz, oturmaya devam ederler.[7]
©
Mekke
fethedilmiştir. Siyasî ve askerî mücadelesinin zaferle sonuçlandığı bir gün
yaşamaktadır. Öğle yemeğini arkadaşlarıyla birlikte, sokakta, toprağın üzerine
oturarak yemektedir. Bu durumu garipseyen, zihinsel özürlü bir kadın laf atar: "Şuna
bakın! Yere oturmuş bir köle gibi yemek yiyor." Peygamberimiz
tebessüm ederek cevap verir: "Benden güzel köle mi olur! Çünkü ben de
Allah'ın kölesiyim." [8]
©
Mutarrif bin Abdillah, babasından
naklediyor: "Ben-i Amir heyetiyle Resûlullah'ın huzuruna gitmiştik. "Sen bizim efendimizsin!" diye hitap ettik. الْسَّيِّدُ
اللّهُ "Efendi,
Allah'tır” buyurdular. "Fazilette en ileride
olanımız, mertlikte en başta gelenimizsin!" dedik. قُولُوا
بِقَوْلِكُمْ، أوْ بَعْضِ قَوْلِكُمْ، ولاَ يَسْتَجْرِيَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ "Söylediğinizin hepsi
bu veya buna yakın bir söz olsun. Şeytan sizi (mübalağalı medihlerde)
koşturmasın!" buyurdular." [9]
Hz.
Peygamber’in bu tavırları bütün müslümanlar için örnek teşkil etmelidir. Zira
bu güzel davranış, fertler arasında sevgi ve saygı meydana getirdiği
gibi, kişinin Allah katındaki derecesinin yükselmesine de sebeptir. Bu duruma
dikkat çeken Peygamberimiz buyuruyorlar ki;
مَنْ يَتَوَاضَعُ لِلَّهِ سُبْحَانَهُ
دَرَجَةً, يَرْفَعُهُ
اللَّهُ بِهِ دَرَجَةً, وَمَنْ يَتَكَبَّرُ عَلَى اللَّهِ دَرَجَةً, يَضَعُهُ
اللَّهُ بِهِ دَرَجَةً, حَتَّى يَجْعَلَهُ فِي أَسْفَلِ
السَّافِلِينَ
“Kim
Allah Taâlâ'nın rızâsı için bir derece tevazu gösterirse, bu sebeple Allah onu
bir derece yükseltir. Kim de Allah’a karşı bir derece kibir gösterirse, Allah
da onu bu sebeple bir derece alçaltır, neticede onu esfel-i sâfilîne
(aşağıların aşağısına) atar.” [10]
ما نَقَصَتْ صَدقَةٌ من مالٍ ، وما زاد اللَّه عَبداً
بِعَفوٍ إِلاَّ عِزّاً ، ومَا تَوَاضَعَ أَحَدٌ للَّهِ إِلاَّ رَفَعَهُ اللَّهُ
“Sadaka vermekle mal eksilmez. Allah Taâlâ affeden
kulunun değerini artırır. Allah rızâsı için alçak gönüllü olanı Allah
yüceltir.” [11]
لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ فِي
قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةِ خَرْدَلٍ مِنْ كِبْرٍ، وَلا يَدْخُلُ النَّارَ مَنْ
كَانَ فِي قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةِ خَرْدَلٍ مِنْ إِيمَانٍ
"Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez.
Kalbinde hardal tanesi kadar imân bulunan bir kimse cehenneme girmez." [12]
[1] Ebu Dâvûd,
Edeb, 1 (4773)
[2] İbn-i Mâce,
Et’ime, 30 (3312)
[3] Ankebût
Sûresi, 29/64
[4] M. Yusuf
Kandehlevî, Hayâtü’s Sahabe, II/412
[5]
Fazlu’r-Rahman, Siret Ansiklopedisi, I/63
[6] M. Yusuf
Kandehlevî, Hayâtü’s Sahabe, III/156;Kadı İyâz, Şifa-i Şerif, s.132
[7] M. Yusuf
Kandehlevî, Hayâtü’s Sahabe, III/68; Kadı İyâz, Şifa-i Şerif, s.129
[8] Prof. Dr. İ.
Lütfi Çakan, Hz. Peygamber ve Aile Hayatı, s.275
[12] Müslim, İmân 147, 148,149;
Ebu Dâvûd, Edeb, 29 (4091); Tirmizi, Birr, 61 (1999); İbn-i Mâce Mukaddime, 9,
Zühd, 16

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder